MÜLTECİLER VE YERLEŞİKLER

HARUN ŞAHİN

multeciler

Dönemin siyasetinin yerel anlamda yoğun bir şekilde hissettirdiği mülteci sorunu, dünya çapında birçok platformda tartışma konusu olurken problemin neresinden tutmalı, neresinden çekiştirmeli, nasıl ele almalı sorularıyla içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Barınma sorunu, soğuk kış günleri, sıcak yaz ayları, açlık, memleket özlemi, gelecek endişesi gibi birçok problem savaş mağdurlarını meşgul ederken ekonomik problemler, sosyal problemler, kültürel problemler vs. de devletleri meşgul etmektedir.

Tüm bu kargaşanın üzerinde mülteciler ve mülteci olduğunu unutan yerleşikler vardır. Belki de insanlık kavgası bu konudadır. Yolu unutup tanrılığa soyunanlar ve yolda olanlar.

Siz sağlıklı olanlar!

Sağlığınız ne anlama gelir.

İnsan oğlunun bütün gözleri,

İçine daldığımız çukura bakıyor.

Özgürlük faydasızdır…

Eğer gözlerimizin içine bakmaya…

Yemeye içmeye ve…

Bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa!

Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler…

Sözüm ona sağlıklı olanlardır…

                          Nostalgia Filmi/Andrey Tarkovsky

İnsanlara bu sözlerle seslenir toplumun deli addettiği biri. Sözüm ona sağlıklılardır, bir şeylerin normal ve anormal oluşuna karar verenler. Dünyaya çivisini çakanlar, dünyanın yerlileri. Kendileri gibi modern olanlar normal iken kendilerinden olmayanlar hasta… Bir bakıma bizler yani sürgündekiler yani MÜLTECİLER, yerleşmek maksadıyla olmayıp, bir zaruret nedeniyle geçici olarak bir ülkeye (Dünya’ya) sığınan kişiler ve vatanlarına (Rab’lerine) iltica etmeyi bekleyenler… bu sürgün yerinin yerleşiklerine karşı hep hastalıklı, deli, mecnun olarak kalacağız.

Bir belgeselde izlemiştim şu diyaloğu;

-Şevki amca:  Bana da deli Şevki diyorlar.

-Muhabir:  Neden deli diyorlar?

-Şevki amca:  Şimdi… Kimseye boyun eğmeyip kimseye zarar vermeyen adama deli derler.

Bu böyledir, modern insan yani çağa uygun olan, çağa uymayan insanı hastalıkla itham eder. Çünkü uyulan çağın yasaları boyun eğmeyi farz kılmıştır. Bu yüzdedir boyun eğmeyen -ki asıl özgür onlardır-, sistemi kabullenmeyen, modernizme direnen herkes, popülerden kaçan herkes delidir ve delilerin her çağın moderni olan toplumlarda yeri yoktur, onların yeri tımarhanedir ve hatta mümkünse hiç doğmamalarıdır.

Yakın zamanda basit bir pazar burjuvazisi, onun biraz öncesinde geleneksel sakin bir çiftçilik hayatı hakim iken, insan ve Allah birlikteliği daha kolay ve mümkündü. Şimdilerde sömürücü rejimler; kapitalizm, ekonomi, kültür, siyaset, medya, sosyolojik ve askeri güçler iç içe bir sistem olarak karşımızda duruyor. Bu vahşice gelişme -uygarlık- insanı kalıplara sokmaya ve çarkının bir dişlisi olmaya zorluyor. Yaratandan ötürü tanıdığımız insan, batının elinde başka bir hal alıyor, parçalanıyor, yok oluyor.

Bizlere dayatılan sosyal hayat sürekli bir değer katliamı yapmaktadır. İktidar -tanrılık- savaşları arasında Küresel sermayeye kurban edilen değerlerimiz, kalan son insan yanımız, elimizden kayıp gitmektedir. İnsanın dört biryanına konuşlanmış hayat, doğumdan ölüme zaruretlerle oyalıyor. İnsan kalmak, uğruna her gün cihat yapmayı gerektirecek kadar zor bir hal alıyor. Direnmek markalara, medyaya, okullara, sektöre, pazara, yığınlara direnmek her sabah yeniden başlıyor. Küresel sitem Müslüman bireyi sürekli yine yeniden başlamaya mecbur ediyor. Bu tekerrürün yerini yılmışlık ve umutsuzluğun alması Müslüman şahsiyetin toplumla kaynaşıp yok olmasına sebep olabiliyor. Yine yeniden başlamaya güç bulabilenler ise bireysel cihat çerçevesinde tüm enerjisini yitiriyor.

En iyi ihtimalle ‘düşünen bir varlık’ olarak tanımlanan insan kimi zaman ‘homo sapiens’ olup maymunlaşırken, kimi zaman ‘homo economicus’ olup paranın kölesi olarak tanımlanmıştır. Kimi zaman ‘üreten veya konuşan veya uzuvlarıyla tanımlanan bir hayvan’ mertebesine indirilmiştir. Modernite insana hep bu tanımlar üzerinden muamelede bulunmuştur ve yok etmiştir. Korku imparatorluğunun bir vatandaşı olan modern insan kendisine münhasır bütün duygularını yitirmiş ve tek tipleştirilmiştir. Uygarlığın kendisine verdiği sahte özgürlüğü ve materyalist yaşamını kaybetme korkusuyla maddenin ipine sımsıkı sarılmıştır. İnsanın kendisine sunulan ve dayatılan iki duygu vardır; birincisi haz –ki bunu mutluluk sanmaktadır-, ve birde korku.

Buna karşın bir bütün olarak ‘insan’ vardır. Sağlığıyla, hastalığıyla, hatasıyla, doğrusuyla, gülmesiyle, ağlamasıyla, aklıyla, Allahlıklılığıyla bir bütün olarak duyan, hisseden, gören, akleden… Hüznünde ‘bunalımı’, ‘boşluğu’ değil –bunalım bir batı hastalığıdır-, mutluluğunda hazzı değil, korkusunda maddeyi değil, Allah’ı bulduğumuz, kalbini unutmayan, ruhunu unutmayan insan vardır. Tüm duygularıyla bütüncül yaşayan insan…

Hz. Muhammed hadisinde buyurur ki; “Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.”

Bu gün yolu unutan insan gölgede kalıcı olma çabasındadır. Mülteci kalmak, uğruna her gün cihat yapmayı gerektirecek kadar zorlaştı.

Allah yola da olanların ve yeniden başlayanların yardımcısı olsun.

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.