ATASOY MÜFTÜOĞLU
Gününüz dünyasında, İslam toplumlarının, hayatın her safhasında karşı karşıya bulundukları en büyük ve en derin yabancılaşma, ahlaki değerler dünyasını terk ederek, araçsal-faydacı değerler dünyasına katılmak olmuştur. İslâmı, |temel metinlerden, temel referans kaynaklarından ilke ve ölçütlerden uzaklaşarak, tarihi tezahürlere indirgeyen bir geleneğin aşırılıkları, dış dünyayı ve aklı ihmal/ tahfif pahasına, iç dünya ilgisini kurumsallaştırdı ve toplumsallaştırdı.
İslamî ilgiyi, sorumluluğu ve bilinci, tarihsel dini tezahürlerin sınırları içerisine kapatan sözünü ettiğimiz gelenekle birlikte, dini hayat büyük ölçüde duygusal yoğunluklar içerisinde algılanmış ve tanımlanmıştır. Günümüz tarihinin travmatik seyri, bu travmatik durumun, konumun karmaşık bir gerçeklik oluşturması karşısında, hiçbir duygusal yoğunluk hiçbir işe yaramıyor. Sözünü ettiğimiz duygusal yoğunluklar sebebiyle bugünün tarihine, dünyasına hitap edebilecek bir içerik üretemediğimiz için, narsist köken nostaljisine indirgediğimiz kültür politikalarını gündeme kazandırmaya çalışıyoruz.
Modern tarih boyunca, Batıcı söylem, toplumsal, siyasal, kültürel bütün gerçekliği, ideolojik içerikle bütünleşerek insanlığın dünyasına kazandırmaya çalıştı. Bu ideolojik içerik, sömürgeciliği, kolonyalizmi, misyonerliği, oryantalizmi, yağmacılığı, hırsızlığı, adaletsizliği, askeri işgal ve istilaları meşrulaştırdı. Akademik dünyada, beşerî bilimler dünyasında, siyaset ve medya dünyasında sözünü ettiğimiz ideolojik içerik halen hakimiyetini sürdürüyor, sürdürebiliyor.
Sanayileşmenin nasıl sömürgecilikle çok yakın bir ilişkisi varsa, demokrasiyle emperyalizm arasında, uygarlıkla emperyalizm arasında da çok yekin ilişkiler var. Amerikan emperyalizminin, kanlı savaşlar, katliamlar yoluyla demokrasi ihracı bu yakınlığa işaret eder. “Demokrasi ihracı” klişesi yoluyla Ortadoğu ülkelerinin, halklarının, toplumlarının ve kültürlerinin gelecekleri yok edilmiştir.
Sanayi Devrimi materyalist bir hayat-dünya algısı oluştururken, Fransız Devrimi de seküler bir dünya algısı oluşturdu. Batı narsisizmi güçlü, büyüleyici ve etkili klişelerle, sloganlarla, Müslümanların zihin dünyalarını bugün de kontrol etmeye devam edebiliyor. Bugün, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda, karşımızda tek sesli, ortak tavırlar alan bir dünya olduğunu görüyoruz. Emperyalist dayatmalar, müdahaleler karşısında ne yazık ki tek sesli, ortak bir duyarlılığın ve bilincin ifadesi olan İslami bir dünya yok. Bütün dünyada stratejik çıkarlar adına, kimi zaman ideolojik ve kültürel çıkarlar adına, emperyal güç kötüye kullanılıyor, uluslararası hukuk tek yanlı olarak işletiliyor. Siyonist ideolojiyi hayata geçiren Avrupa tarihi, bugün, Ortadoğu’da yaşanan benzersiz trajedinin temelinde İsrail işgallerinin ve sömürgeciliğinin olduğunu görmezden geliyor. Uygarlık fanatizmi, insanlık dışı işgal, istila ve katliamlarla sürdürülen aşağılamaların neden olduğu büyük gerilimleri görmek istemiyor. İsrail’in sınır tanımayan kibir ve küstahlığının asıl nedeninin, kendilerini İslam’a nisbet eden ulus-devletlerin sınır tanımayan basiretsizlikleri olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Müslümanların sömürgeci-dil-bilgi yoluyla kontrol edilen zihin dünyalarını özgürleştirmek ancak, entelektüel bağımsızlık, özgünlük mücadelesi vererek mümkün olabilir. Entelektüel bağımsızlık ve özgünlük kazanılmadan yeni bir dil-düşünce-kültür ve medeniyet kurulamaz. Entelektüel bağımsızlığa, özgünlüğe ve bağımsız üretkenliğe sahip olsaydık bugün, İslam’ın hükmetme iradesinin nasıl yok edildiğini, bu iradenin yeniden kazanılabilmesi için neler yapılabileceğini konuşuyor olacaktık. İslam’ın hükmetme iradesinin yok sayılması, bu konunun İslami düşünce, kültür ve ilahiyat hayatı tarafından hiçbir şekilde gündeme getirilmemesi, düşüncenin sekülerleşmesiyle yakından ilgilidir.
Mitsel bir söylem aracılığıyla sürdürülen uygarlık emperyalizmi, İslam dünyası toplamlarının zihin dünyalarını altüst etmeye devam ediyor. Telafisi çok zor olan zihinsel teslimiyetçilik, bağımsız zihinsel etkinlik ve üretkenliğe geçit vermiyor. Bağımsız zihinsel etkinlik ve üretkenlik gerçekleştirilemediği için, modern seküler dünya görüşü, faydacı, maddeci ve rasyonalist bir bağlam içerisinde kendi gerçekliğini ve zihin dünyasını toplamlarınıza ve kültür hayatımıza dayatmaya devam edebiliyor.
Modern-seküler-sömürgeci dünyanın, kendi gerçekliğini ve zihin dünyasını toplamlarımıza dayatabiliyor olması, toplumsal/sosyal/siyasal/kültürel/askeri bir eylem dini olan İslam’ın bu işlevini kaybederek, bir maneviyatçılık biçimine dönüştürülmesi ve bireysel vicdana kapatılmasıyla ilgilidir. Aziz İslam, Aziz Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin şahıslarında somutlaşan önderlikle, ilahi vahye dayalı yeni bir gerçekliğin, yeni bir modelin, yeni bir dünya görüşünün, dini/siyasi/ekonomik/hukuki/kültürel/askeri bir gerçekliğin ifadesi olan bir iradeyle tarihe girdi, tarihi dönüştürdü ve tarihin merkezinde belirleyici bir sorumluluk üstlendi. Bugün, bu noktada durarak, acımasız bir özeleştiri yapmaya cesaret ederek, kendi gerçekliğimizi (İslâmî) neden oluşturamadığımızı, sömürgeci gerçekliğe neden boyun eğdiğimizi açıklamamız gerekir.