MEŞAKKATİN YOLU VEYA MEŞAKKATLİ YOL

ZAFER SÖĞÜTLÜ 

mesakkatli-yol

Bir başlangıcın ardından, zamanın ilerlediğine inanıyorsak eğer, bir yol, çizgi, bir “iz”den de bahsetmek gerekir.

Tüm yaratılanlar gibi insanın da bir başlangıcı vardır. Âdem (as.) gibi bir İBDA yaradılış ya da embriyo oluşumu olan başlangıçtan bahsetmiyorum. O iptidai canlı, fenomen olan insandan bahsediyorum. Çünkü bir insan için başlangıç doğduğu gün değil, /kendinin farkına/ vardığı gündür.

Hepimizin böyle benzer bir başlangıcı vardır. Duyularımızı algıladığımız, değerlerin temelini attığımız, dengeleri, ölçüleri ve kıstasları kurguladığımız bir dönemdir. İlahi bir “setup/(Fıtrat/fatır/)” çalıştırılmış; veriler döngülere, döngüler devasa bir programa dönüşmüştür. Belirsizlikten netliğe bir geçiştir. İşte bu dönem hayat çizgimizin başlangıcıdır.

Bazen hatırlamakta güçlük çekeriz.

Çocukluk işte…

Çocukluklarımız üstüne çocukluklar ekleyerek ilerleriz o çizgi üzerinde. Bazılarımız olgunlaşır, bazılarımız çocuklaşır.

Anılarımız arasında bir hırsız, bir kaçak gibi dolanırız. Bir başlangıç ararız kendimize. O hiç bulaşıklığı olmayan saf ve tüm netliği ile var olan çocuğu ararız içimizde.

Geriye dönüp baktığımızda acı tatlı binlerce gün ve gece… Söylenmiş ve söylenmemiş sayısız sözcük arasına dalarız. Zihnimize yapışmış yığınla şablon…

Yazın sıcağı… Baharın çiçekleri, meltem esintisi, bir ucu adeta sonsuzluğa uzanan ılık kelimeler… Fısıltılar… Derin uykular… Tatlı rüyalar… Yarım kalmış masallar… Cevapsız kalmış sorular… Zihnimizin en derinlerine yer etmiş yumuşak dokunuşlar, tebessümler, en sakin ninniler… Yeterince huzurluysak annemizin süt kokusunu bile alırız bazen.

Sayıların, rakamların, kuraların olmadığı bir dünyadır. Tekdüzeliğin olmadığı bir dünyadır. Her şey girift, karmaşık ve aynı zamanda intizamlıdır. Her renk kendi anlamındadır, her söz kendini ifade eder..

Renklerin, melodilerin, dünyasıdır. Sevgi, şefkat, merhamet okuludur; “aile rahmi”…

Narin gül dikenleri gibi, anılarımızın arasından, incinmeden ve incitmeden, ellerimizi uzatır, o masum çocuğu kucaklarız. Ve deriz ki: -İşte ben!

Bir gül bahçesinde gezer gibi gezdiririz onu, anılarımızın arasında… Suyun yüzeyinde yansıma gibidir, bozulmasın diye dokunamayız.

Başladığımız yerdir o çocuk, muhtemelen biteceğimiz yer de orası olacaktır. Gittiğimiz her yerde, baktığımız her şeydedir. Onun gözüyle görür, onun diliyle konuşuruz.

Kendi başlangıcımız ve hayat çizgimiz boyunca 4 temel yaşam formuna şahit oluruz. Bunlardan birincisi mutlak kötülerdir ki, yeryüzünde hiçbir kuralı, hiçbir kanunu, kaideyi tanımayan, hiçbir ahlak normuna uymayan kişilerdir. İçlerindeki çocuğu öldürdüklerinden ukbasız kalmışlardır…

Bu zalim zümre karşısında üç tip yaşam tarzı daha vardır. Bunlardan birincisi, olup bitenden habersiz, her türlü durumda halinden memnun, sorgusuz sualsiz, uyuşuk bir yaşam biçimi… İçlerindeki çocuktan bîhaberdirler… Başlamamışlardır ki, yaşasınlar…

Ansızın çocukluğumuzdan koparır bazen, çalan bir okul zili, ya da nikah masasında attığımız imza (bir anda büyüyüveririz) ya da kahpe bir kurşun olur, göğsümüzü delip geçen. Ya annemizi, ya babamızı bizden alan, ya kardeşimizi…

Savaşın gündemine düşeriz binlerce metreden, yanarız çocukların gözlerinde, yanarız dumansız ve kokusuz. Taze bedenlere sızarız her zerreden.

Sonra…

Bu yeterince kasvetli, bunaltıcı pencere…

Darlandığımız bu bungun dünyadan… Engebeli, pürüzlü, sahte kauçuk düğmesi kurtarır bizi kumandamızın ya da klavyemizin… Kurtarıverir bizi savaşlardan, cinayetlerden, kandan, şiddetten, tecavüzlerden, çocuk gelinlerden,  ölüm ve zulümlerden. Bu kadar kolaydır işte. Ruhumuzun dengesi bu kadar ucuzdur. Değiştiriveririz bir kumanda düğmesiyle, içimizdeki tüm çocukların haykırışına rağmen.

Alışılmış hayatlar yaşarız; gün boyu olmadığımız şeylerin hayalini kurar, olmadığımız şeyleri yaşarız. İkinci el hayatlarımız vardır, denenmiş ve daha önce defalarca yaşanmış. Sağlam ve emin adımlarla ilerleriz, meraka mugayir durum yoktur. Kirletilmiş bardaklardan boz bulanık sular yudumlarız; umursamayız.

Başkalarının diktiği ağaçların gölgesinde, başkalarının kaldırımlarını adımlarız bir ömür. Başkalarının cümlelerini kurarız büyük bir heyecanla. Başkası olmaktan çekinmeyiz. Bir başkasının kalemiyle yine bir başkasının hayatını yazar, yaşarız. Başkalarının hayatı bizim hayallerimiz, başkalarının hayalleri hayatımız olur…

Hayat bulduğumuz rahimler hep başkalarının. Yabancı medeniyetlere doğarız, yaban eller eleyip beler bizi…

Baharlar bekleriz sonra, serin ve yağışlı. Günler ve geceler bekleriz; mutlu ve güvenli. Hep önceden denenmiş olmalı (bizler, hıfzı mahir mukallitleriz. Her soruya hazır cevabız.) Hep, önceden denenmiş, tecrübî kaynağı deruni ebeveynlere sahibiz. Attığımız her adımı önceden tecrübe etmiş, hayatı bize yaşanabilir kılmıştır birileri.  Bizim yerimize düşünmüş, bizim yerimize üretmiş ve hatta tüketmiştir. Bize izlemek kalmıştır sadece. YaşıyorMUŞ gibi izlemek…

…İşte bu karma hayatlardan bazılarını tarif etmenin nasıl olacağı… Bir başlangıcın ardından, nasıl bir yol çizeceğimize kimin karar vereceği… Çizilecek yola kimin karar vereceği… Sonra devamında nasıl şekilleneceği…

İşte nasıl şekillendiğini tam kestiremediğim meşakkatli yolun tarifini yapmaya çalışacağım… Başlamadan önce bir ironiyi ifade etmek istiyorum.

Yazımı okuyanlar göreceklerdir, aslında bu yazıyı okuması gerekenlerin okumadığını. Yani bu yazının anlattığı “hayatlar”,  aslında bu yazıyı okuyanların şikâyet ettiği hayatlar.

Kendilerinin hiç farkında olmadığı süfli hayatlar yaşayanların hikâyesini yazmak, yine o hayatları yaşamak istemeyenlere düşüyor.

Onlar dünyanın her yerinde, yaşadıkları bu anlamsız hayatlara bir anlam,  bir değer katma çabasındaki bu insanların farkında bile değillerdir. Görmekten, yaşamaktan ve okumaktan acizdirler çünkü… Çünkü onlar başkalarının hayatlarına taliptirler; görülmüş, yaşanılmış ve okunmuş… Kendileri için biçilmiş ömür gömleklerini giymişlerdir bir kere…

Bazen yazdıklarımın bir anlamı olmadığı vehmine kapılırım. Yine de zaten, okuyanlar için anlamlı değil midir dünya? Zaten okuyan insan anlamlı kılmaz mı dünyayı? Okuyanlar için yazarsın; bir anlamı olsun diye… Okuyanlar için, okumayanların çoğu “yok” hükmünde değil midir?

İşte o çocukluğunuzdaki gibi değildir dünya. Ve siz, öyle olması için çabalarsınız. Dünya yeniden kurulacaksa, yine sizin gözlerinizden kurulmalı; dünyayı o çocuksu gözlerle gören, duyan, okuyan…

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.